15 Ekim 2013 Salı

          'İşte Bunu Kıskanırım'


          Ne kadar da sevmiyormuşum kalabalığı. Bir masa bir sandalye bir halı bir yatak bir fesleğenin figüranlık yaptığı odamda, kitaplarım çayım tarağımla ben başroldeyim. Tüm duyguların tadına bakıyorum tek tek. Yok henüz yalnızlığın acı tadına bakmadım. İnsanlardan biliyorum. Onlar acı diyorlar. Bence değil. Bilmiyorum henüz tadına bakamadım.
          Çayın tadına baktım.
          Hatta bir anlık gaflete düştüğüm dakikalarda biricik fesleğenimin huzurunu kıskandım, bir yaprak attım ağzıma. Onun tadı huzurlu. Mayhoş bir huzur. Sonra abim gelir aklıma. 'O'nu  kıskanırım. Günahsız gittiği pamuk şeker -bence cennet pembe- aleminden gülümseyerek bana bakışını görürüm. O ne saf, o ne yakın bir gülüştür bana!
          İşte bunu kıskanırım!
          Sonra alırım tarağımı elime. Uzun mısır püskülü saçlarımda sürüklerim. Övünürüm onlarla.Utanırım. Gözlerimi kapar öperim en parlak yerinden. Misk-i amber olsun adı isterim.Tararım tararım tararım.. Çayım biter hepsini toplarım. Saman kağıtları ah ne güzel kokarlar. Saçlarımı koklar gibi koklarım, ortasından ayırdığım kitap sarısını.Belki bu yüzden hep eski kitapları severim.
          Antikacıları da severim.
           Bordo, zümrüt yeşili antikalar.. Küçük altın çerçeveli, haki kadife yeleğiyle, cebine gizlediği köstek saatine bakan- sanki zaman çok umrundaymuş gibi- mor gözlü antikacılar. Ne de güzel yalnızdırlar.
İşte bunu kıskanırım! 'Antikacı yalnızlığı'.
            Bizim gibi değildir onun yalnızlığı. Eskilerden gelen bir yalnızlık. Bizim yanımızdaki sandalye boş ama kafamız kalabalık. Onun ise yanında bir sandalye bile yok. Bakmayın söylediklerime. Yalnızlığı ne bileyim ben! Tadı nedir nereden bileyim! İştahlı avuntulardır bizimkisi. Masam, halım, yatağım, fesleğenim.. Kitaplarım, çayım, tarağım, abim, konuşur dururlar benimle.

Neyse biz en iyisi çay içelim.

İşte bunu kıskanın!

13 Ekim 2013 Pazar

       'Çay'dan 


           Takvimlerim yırtık, saatten bihaber kalmışım kireç kokulu odada. Gökyüzü kadar siyah kokan bir şey ararım kendime. Dertli bir ana gibi tüten demlikten dökerim demli bir çay. Sakızı kurumamış ahşap masaya bırakırım. Masada bir de ufak fesleğen. Kireç kokulu odam.
           Bilirsin ben çay severim. Çay beni sever.
          Canım beyaz kağıtlar çeker sonra. yazmak isterim. Bir yudum alırım ince belliden. Unuturum yazmayı. Boğazımda kalan her şeyi yutkunurum onunla. Dokunurum fesleğene, dağılır gider dertlerim. Düşünürüm umumi hususi her şeyi. Çay içtiğim her an gelir aklıma. Kışıyla ince bellimi titreten Ankara bilirsin çayı severim. Avuçlarım arasında sakladığım çay gibi ısıtır zerrelerimi anılarım hayallerim. Hayal kurmama bir çayın yanında izin veririm. Ilık baharlarda bir aşkın dizinde uyutulduğumu, perde perde gökyüzünde gelen serin türküleri dinlerken dizlerde, çayı hatırlarım. Bir şiir kadar içli bir şiir kadar hicran kokar çayım. Tüm ölü şairler üşüyen bardakta dirilir. Ey çay kokulu ruhlar bitiremediğiniz dizeleri bir bardak çaya miras bırakacak kadar çok mu sevdiniz çayı. Dokunurum yakan kelimelere buz tutmuş parmak uçlarımla. Bir arayış bir umutla bir yudum alırım. Tanrı'yı bulurum yudumlarda. inanmışlığın gerçekliği kadar sıcaktır, yakar dudaklarımı. Dudak payı inkardır. Çay ibadet.
           Bana bir çay söyleyenin bir ömür kölesi olurdum. Ben çayı çok severim. Çayı seveni de severim. Ismarlama bir çay içtim dirilen şairler ve Tanrı eşliğinde. İşte ben seni bu yüzden sevdim sevgili. Çay eşliğinde. Tüttüğün kadarıyla. Çay gibi aziz ol..

12 Ekim 2013 Cumartesi

           Işıl ışıl parlayan bir su birikintisiyim bu aralar. 'Bu aralar'ımı sonsuzluğa taşımak için senin varlığın. Dokunduğum her şey elimi yakan, kemikleirimi eritip kanıma karıştıran her şeydesin. Tut ki elinin altındaki yarım şiirim ben. Kıymet verip okumazmıydın ? Anlam yükleyip bir dize de sen eklemez miydin ? Koymaz mıydın üzerine çay dökülmüş eski bir kitabın arasına beni ? 
          Hayat bu kadar güzel olabiliyormuş madem neden bu kadar intiharlar? Onlara karşı sorumlu hissediyorum kendimi.
         Belki onlarla paylaşmalıydım gülüşünü.
         Öyle alalade hurda bir binada bulduğum zümrüt taşısın. Aklım almıyor senin buradaki işini. İzinsiz aldım seni. 
         Bir melek büyü yapmış olmalı sana. Eritip seni de kattım kanıma, şimdi deli gibi kaynıyorsun kanımda.
Sokaklarım bu kadar güzel miydi benim. Nasıl başarabiliyorsun gözümdeki perde olmayı.
         Sen hayatımdaki incelik asalet,
sen varlığını bilmediğim eksiklerimmişsin. Gecekondularda çınlayan çocuk kahkahaları, kusursuz bir masada kuş sütümsün. Engel tanımayan incir kökleri, bebek tenisin. Ahşap ev kokuları eşliğinde ettiğim dualarımsın. uzak kalmak istiyorum senden. Gelirsen göremem bu kadar güzelliği. Gözlerimdeki perde değil gözlerim olursun. 
        Hayali bile kum gibi dağıtır omuzlarımı. 
Belki büyüsün diye. Belki ben hak etmiyorumdur. Tanrı'nın hediyesini. Sen çocuklarını doyuracak bir annenin, intihar edecek uzun saçlı kızın olacaktın. Ne büyüsüdür bu. Tanrının emri misin sen ? Yoksa benim intiharım mı?   
       Uyurken izlesem seni ölmez miyim ben ? 

                                                                                                       Ağustos 2013

  "Bir şey"



       Az önce 'bir şey' oldu. 'Bir şey' ne ? Çok mühim ya da tüm insanlığı ayaklandıracak 'bir şey' değil. Oyuncağı kırıldığı için ağlayan çocuğu susturacak, ten rengi farklı insanları özgürlüğe kavuşturacak ya da hastane sırasında bekleyen buruşuk elli kadını sıranın en başına taşıyacak 'bir şey' değil.
 
Beni oturduğum yerden kaldıracak 'bir şey' bile değil.

         Dünya denilen kara ve su yığınları ve ona ait tüm deri kaplı etler yine az önce olduğu gibi devam ediyorlar 'bir şey'e.
         'Bir şey' benim 'içim'de gelişti. İç organlarımda değil, kemiklerimde değil. Nerede olduğunu bilmediğim için 'içim' dediğim boyutta gelişti her şey.  Bu 'bir şey' yazma ihtiyacını beraberinde getirirken, benden hiç 'bir şey' götürmedi de. 'Alış-veriş'in olmadığı bir yerlerin olması ne iyi. Bunun bana has bir şey olmadığından emin olup olmama merakıydı yazmak. Kendin gibi birilerini aramak. Ama bir arayış değil.
         İçimde bir uyanış var. Dürtükleyenleri ile yol kesenleri ile kağıt yırtanları ile mutluluğun rengini değiştirenleri ile acı arayanları ile tutuşmuşlar el ele. Deri kaplı et yığınları arasında yer bulamamış her şey - ben buna 'bir şey' diyorum- toplaşıp uyanmakta. Ya da hep uyanıktı. İşte bu uyanıklığı kanıtlama isteği, yazmak.
          Evet belki kara parçası üzerinde siyahlı-beyazlı insanlar aynı düzen içinde korurlarken yerini, benim içim dediğim bir gezegende, moruyla, mavisiyle.yeşiliyle tüm insanlar bir sanat olma isteğiyle uyanıklar. Ya da başka 'bir şey' ..

              "Sadece bende açlık, susuzluk gibi güçlü bir yazma isteği uyandırdığını hatırlıyorum. Sonra onun kadar cesur olmadığım için yazamadığımı da..."  Tezer Özlü